Avukat Bay Ata Terzibaşı’nın “Kerkük Havaları” adlı kitabının bir bölümünü basılmadan önce değerli okuyuculara sunuyoruz “Kardaşlık”. Kerkük’te musiki hayatına dair “Kerkük Hoyratları ve Manileri” adlı kitabımızda yer yer tafsilata rastlanılmaktadır. Bunu toplu olarak birkaç satırlık bir yazı halinde anlatıvermenin zor olduğunu düşünmekle beraber, burada son yüzyıla dair birkaç söz söylemek yerinde olacağı düşüncesiyle hatıra gelenleri yazabildik. Bizde musiki hayatı son yüzyılda çeşitli değişikliklere uğramıştır. Bununla beraber Mümin zümrelere mahsus musikimiz bir bakımdan yerli vasıflarını ittirmemiştir. Tekîye musikisi eski rağbetini tamamıyla düşürmüşe benziyorsa da mevlit törenleri bu sahada bazı hususlarda az çok ilerleme kaydetmiş sayılabilir. Nitekim mevlit takım teşkilatı son yıllarda daha da genişletilerek eskiden mevcut iki takım, birkaç takıma yükselmiştir. Ayrıca eskiden okunmakta olan birçok yerli Arapça dini havalar, halkın rağbetine göre Türkçeleştirilmiştir. Hoyrat çağırmak âdeti de eski biçimini birçok bakımdan ittirmiş sayılabilir.
Eskiden sokaklarda yaz geceleri dam başında, toyda halayda, baharda çöllerde karşılıklı hoyrat söyleme âdeti yavaş yavaş unutulmakta, bunun yerine sahnelerde topluluk huzurunda radyoda ve daha başka yol ve şekillerde söyleme âdeti geçmektedir. Eskiden en çok def, dümbelek, zurna, davul, zurnapa gibi halk musiki aletleri kullanıldığı halde bugün musiki takımı yeni çalgı aletleri sayesinde başka bir kalıba girmiş bulunmaktadır. Çağırma tarzı bile değişikliğe uğramıştır.
Eski hoyrat çağıranlarımız yeni musiki aletleri refakatinde okumayı pek başaramadıklarından bu işi genç sanatkârlara bırakmaktadırlar. Bu halin fena neticeler doğurduğu da gözden kaçmamaktadır. Bazı usta musikicilerin bile eski hoyrat usullerimizi çalgı aletleriyle iyice başaramadıkları yüzünden, bu usullerin musikiye uymadığı iddiası karşısında okuyucuları gereken teşviki görmemekte dolayısıyla o usuller fazlaca yayılmamak cehdiyle unutulmaya mahkûm bir duruma düşmek tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedirler.
Dinleyici halk kitleleri eskiden olduğu gibi halk musiki aletleri refakatinde okunan havalara pek rağbet etmediklerinden bir kısım orijinal halk havalarımızın gerçek değeri henüz tamamıyla belirmiş değildir. Paha biçilemez çeşitli hoyrat havalarımız, musikiyi derinden anlayanlar tarafından incelenecek olursa Türk musikisi için yeni bir kaynağın elde edileceği muhakkaktır. Eskiden usta okuyucular yanında en çok makam ve hoyrat havlarına değer verilir. Besteye (halk türküsü) ise pek önem verilmezdi. Tanınmış makam cinaslarımızdan rahmetli Hâme Pire makam ve hoyratı yemekler arasında (pilav) aşına, öteki havaları ise duru aşlara benzeterek bunlara (sıyrıntı) adını vermiş. Hoyrat havasının makbule geçtiğini birçok eski mâni örneklerinde görmekteyiz. Bunlardan iki tanesini aşağıya alıyoruz.
Ağır ağır
Adım at ağır ağır
Besteyden gece bitmez
İgid[1] ol hoyrat çağır
Mâni maniye tuşdı
Mâni bilmeyen hişdi[2]
Mâni bir bele şeydi
Gariplikte yoldaştı
Gerçekten beste (halk türküsü) birkaç defa dinlenince insan ondan bizar olur. Hâlbuki hoyrat birçok defa dinlendikten sonra asıl zevkine dalınır. Makam çeşitleri arasında bir beğenme ayrılığı gözetilmekle beraber “Beyât” ve başka bir kısım makamların yerli özelliklerine göre daha çok tutulduğu görülmektedir. Hoyrat çeşitleri arasında da bir beğenme ayrılığı aramak zor olmakla beraber, “Muhalif”, “Ağam Ağam”, “Moçala” ve daha başka bir kısım usullerin kolaylıkla bellenmesi bunların fazlaca tutulmasına yardım etmiştir. Besteler arasında ise az çok bir önem verme olayı göze çarpmaktadır. Bazı besteler kadınlara mahsus gibi telakki olunur.
Bir defa tanınmış çağıranlarımızdan Reşit Küle Rıza’ya Kerkük’ün eski “Al ipek yeşil ipek” bestesini söylemesini rica ettiğimde bana, bu bestenin asıl mevcudu sayılan (!) bir sanatkârımızın adını verdi ve bunun güzel okuyacağını söyledi. Adı geçen besteyi söylemede mahir olduğunu söylediklerini anlattığım zaman çılgına döndü, fazlasıyla müteessir oldu, ben böyle kadın bestelerini söyleyecek değilim dedi. Yerli havalarımız son yüzyıl içerisinde üç kere sarsıntıya uğramıştır. Bunlardan ilki memlekette yayılan kusak[3] salgını neticesinde, ikincisi ise I. Dünya Savaşı sebebiyle, üçüncüsü de II. Dünya Savaşı yüzünden belirmiştir. Son on yıl içinde ise yerli havalarımız ses alma cihazı sayesinde rağbete geçmeye başlamıştır.
Eskiden kahvelerde ağızdan dinlenen havalarımız olarak da kovanlardan, ses alma makinelerinden ve son olarak da Bağdat Radyosu’nun Türkmence Bölümü’nden dinlenilmektedir.
Çalgı Aletleri:
Kerkük’te kullanılan halk musikisi aletlerinden bildiğimiz on dört çeşidi şunlardır: zurna, mehter, zurnapa, dümbelek, kaşuğ, çarpara, def, zilli def, zil, dumbulabas, ney, belül, saz ve santur. Bunlardan zurna ve mehter (davul), en çok halay ve oyun havalarında ayrıca eskiden “Nöbetçi” hoyratı söylenirken kullanılırdı. Zurnapa, delikli çifte kamıştan yapılmış, Arapların (mecuz) dedikleri musiki aletidir. Her zaman gerekli olarak dümbelek-dümbük (darbuka) ile birlikte, bazen de bunlara ilave olarak kaşık ve çarpara ile de kullanılır. Çarpara, parmaklara geçirilen ve parmakların hareketiyle birbirine urulmakla[4] kullanılır.
Def, zilli def, dumbulabas ve ney mevlit törenlerinde ve tekîyelerde zikir esnasında kullanılır. Zil, iki madeni parçadan ibarettir. Ufak çeşidi de defin kenarına takılır. Dumbulabas, herhalde (nakarat) denilen ve dümbeleği andıran alettir. Ağzı gergin deri ile kapalı madeni bir kâseden ibarettir. İki kimse tarafından kullanılır. Biri elleriyle tutar, ötekisi de iki elindeki ağaçlarla trampet çalarcasına gayet hızlı uruşlarla[5] çalar.
Bilül, çobanların kullandığı bir çeşit neydir. Saz, eskiden âşık adı verilen halk şairlerinin kullandığı musiki aletidir ki bizim dolaylarda vaktiyle kullanılan çeşidi, görenlerin anlattıklarına göre ayrı bir ayran kaşığı büyüklüğünde insan kolunun dirsekten avuç kısmına kadar uzanan şekline benzermiş.
Santur ise eskiden kahvelerde çalınırdı. Bunu gösteren yerli bir fıkrayı anlatmayı uygun gördük.
On dokuzuncu yüzyılın tanınmış sofilerinden Kerküklü Şeyh Abdurrahman Talabani’nin oğlu değerli şair Faiz bir gün Kerkük’te santur çalınan bir kahvenin önünden geçerken durup dinlemeye başlamasını duyan babasının müteessir olması karşısında fevri olarak şu cinaslı beyti düzer:
Mazhar-ı lütuf ilahi olmak istersen eğer
Bi tekellüf bas kadim Musa gibi sen tora gel
Çalgı aletleri son zamanlarda ise halk aletlerinden fazla ud, keman, kanun gibi nazımlı aletlerden kurulmaktadır.
Kardaşlık Dergisi, Bağdat
Yıl: 7, Sayı: 10, Şubat 1968
[1] Yiğit.
[2] Hiçti.
[3] İstifra.
[4] Urulmak; takılmak, konulmak, dikilmek.
[5] Uruş; çarpışma, savaşma.