Iraklı büyük Türk şairi dâhi Fuzûlî’nin doğum yeri problemi henüz tamamıyla çözülmemiştir. Bağdat, Hille ve yahut Kerbelâ’da doğduğu söylentisi, yazarlar arasında geniş tartışmalara yol açmıştır. Uzun zamandan beri devam eden bu tartışmalar, bugün için kesin bir sonuca vardırılmış sayılmaz.
Fuzûlî’nin, Irak’ta yaşayan Türkmen Bayat aşiretine mensup olduğu hususuna, ilmî çevrelerin verdiği önem yerinde olduğu gibi, şairi, Irak halkının öteden beri hep Kerküklü olarak kabul etmeleri de manalıdır.
Daha çok Kerkük dolaylarında yaygın olan bu halk söylentisi basına ilk defa bizim tarafımızdan geçirilmiştir (Bk. “El-Edib” dergisi, s.7, yıl:12, Temmuz 1953, Beyrut). Daha sonra, Türk Yurdu” dergisinde (s.251, Aralık 1955, İstanbul) yayımladığımız özel bir yazıyla, bazı belgelerin ışığı altında halk söylentilerini, az çok aydınlığa kavuşturmaya çalışmışızdır. Bu yazıyı, aynı derginin 252 sayılı, Ocak 1956 tarihli nüshasında eleştirerek, ileri sürdüğümüz görüşü kökünden reddeden Profesör Abdülkadir Karahan, bir ara İslâm Ansiklopedisi’nin yeniden yayımlanan İngilizce baskısı için yazdığı “Fuzûlî” maddesinde (s,937, sütun1), kaynak göstermeden Fuzûlî’nin Kerküklü olmak ihtimali üzerinde durmuştur.
Çağdaş şair ve ediplerimizden yarlığanmış Kerküklü Hıdır Lütfi’nin Fuzûlî’ye dair yazdığı bir risalesinde (henüz yayımlanmamış olan bu eserin bazı bölümleri Bağdat’ta çıkmakta olan “Kardaşlık” dergisinde basılmıştır. Fuzûlî’nin Kerkük’te doğum tarihini belirten ve şairin babası Süleyman Efendi tarafından yazıldığı öne sürülen bir manzume yer almaktadır. Başlığı,
Bir bahar idi çiçekler dalmışıydı şebneme
Şen idi gülşen bugün bülbül ederdi zemzeme
Olan bu manzumenin ebcet hesabıyla 910 tarihini gösteren son beyti,
Söyledim oğlumun ben cevherli bu tarihini;
Gül gönül daim Muhammed zahir oldu âleme
Biçiminde geçmektedir.
“Kardaşlık” dergisinin Eylül 1966 tarihli nüshasında yayımlanmış olan bu şiirin, tamamıyla sahte ve uydurma olduğunu, aynı derginin bir sonraki nüshasında yayımladığımız bir yazıyla açığa vurmuştuk. Ama nasıl olsa da bu şiir, Irak Türkmenlerinin, Fuzulî’yi Kerküklü gösterme çabalarının, daha doğrusu eski geleneksel söylentileri sürdürmelerinin çekici bir neticesi sayılmalıdır. Bu büyülü cazibeye, daha birçoklarının da kapıldığını görmekteyiz. Nitekim, yine çağdaş şairlerimizden yarlığanmış Hicri Dede, “Riyaz-üş-şuara” adlı henüz basılmamış tezkiresinde Fuzulî’yi, şüpheli kaynaklara dayanarak Kerküklü göstermekte ve bu hususta yeni ve çok enteresan bilgiler vermektedir. Bu arada, kaynak olarak Kerkük kalesinin hanedan-ı ilim ve eşrafından saydığı Hacı Halil Efendi’nin, oğlu Şakir Efendi’ye intikal eden kitapları arasında Hasan Hakkâk imzasını taşıyan 1175H. Tarihli Farsî ta’lik hatla Fuzûlî’ye dair yazılmış bir mecmuaya işaret etmektedir. Hicri Dede’nin, bu mecmuadan istinsah ederek kitabına aktardığını söylediği hususlar, kısmen de olsa, gerçeğe uygun düşerse, Fuzûlî’nin soyunu sopunu ve özel olarak da doğum yerini tanıtmada çok önemli ve değerli belgeler olarak yaşayacaktır.
Hicri Dede’nin, oğlu öğretmen Fayık Dede’nin bize bu kez göstermek lütfunda bulunduğu adı geçen tezkire kitabında yazılı bu yeni belgeyi, ilim âlemine sunarken, belge hakkındaki görüşlerimizi de bu münasebetle belirtmek isteriz. Yazı aynen şöyledir:
“Kadim Kerkük kalesinin Zindan mahallesinde sâkin Karyağdı ailesine mensup şair-i şehrin büyük ceddi zamanesi hâkiminin Divan Nazırı Hasan Çelebi ve onun oğlu Zeynel Abidin Ağa ve ondan sonra Molla Cafer ve bunun halefi Molla Mohammed Baki ve ondan Molla Abbas Vaiz ve bunun da oğlu Ali Aydın Ağa ve bunun da halefi Molla Süleyman şöhretiyle tanılmıştır. Molla Süleyman, Zindan camiinde tedrisatla iştigal ederken Kerkük livasının Kifri ve Tuzhurmatu civarında Bayat Amirli aşiretinin reisi bulunan birinci Pir Ahmet’in kerimesi Fatima hanımla akd-i izdivaç ederek on beşinci asrın nihayetlerine doğru Molla Süleyman’dan bir Mohammed ve ikinci Selman namlarında iki evlâd tevellüd etmiştir. Kerkük’te bir taun belliyesi vuku zuhur etmesi yüzünden Molla Süleyman, Muhammed’le beraber Selman’ı aldıktan sonra Bağdat’a sefer etmişlerdir. Bağdat’ta takriben iki sene ikamet ettikten sonra Hille’ye müteveccihen oğlu Muhammed’le beraber gider. Molla Süleyman Hille’de birkaç sene kaldıktan sonra Hille müftüsünün vefatına mebni Hille müftülüğüne tayin edilmiş, Mohammed ise on iki yaşlarına kadar pederi Molla Süleyman hidmetinde tahsil ve terbiye görmüş İlhami bir şair-i maderzat bulunmakla beraber tahallusunu[1] Fuzûlî vaz’etmiş Bağdat, Kerbelâ, Necef, Nizamiye, Kâzımeyn medreselerinde tahsili ulûm-i âliye ederek sonra en mümtaz ulamadan Hille’de Şeyh Rahmetullah Efendi’den icaze-i ilmiyye ahzetmiş, bilahare zamanesinin mürs bulunan mü’min Dede ile bir müddet hem dem ve hem meclis bulunanlardır. Fuzûlî’nin kardeşi Selman ise, Bağdat’ta Seyyid Abdülgafur Şahnem (kimsene) ile kesabetle müştereken bir müddet bulundukları de, Seyyid Abdülgafur ekseriyetle Selman’a dil uzatmış, istihza kıl Selman, sizin biraderiniz Mohammed Fuzûlî Rafızı ve Şiî makulesin herzegü bir şairdir. Bununla iftiharın ve kendisi de ne kıymet ve ne de heyet bulacaktır. Süleyman şu misillü ta’nelere maruz kalınca keyfi Bağdat’tan Kerbela’ya bildiriyor. Fuzûlî, kaziyeyi anladığı halde de şiir divanında mastur şu gazeli, Seyyid Abdülgafur’a gönderiyor. Menziline gazelden iki beyit münderiçtir.
Hah seyit hah ammi kâm bulmaz bi-edep
Fi’li müstehasen olan müstevcib-i[2] gufran olur
Sair-i mahlûkadan bir kimse olsa pâk-dil
Ehl-i Beyt’in fırkasından sayılır Selman olur”
Bu belge hakkında gereken görüşlerimizi ise, şöylece sıralayabiliriz
- Belgenin bulunduğu kütüphane ve sahibi Hacı Halil ve bu oğlu Şakir Efendi hakkında bilgi edinemedik. Dolaşan bir söylentiye göre bu ailenin, Basra’ya göç etme olayı pek doğrulanmamıştır.
- 1175 Hicrî’de yazıldığı söylenen belgede Hicrî tarih yerine beşinci (Miladi) asır sözünün geçmesi, “Eyalet” ve yahut başka bir terim karşılığında da yeni sayılan “Liva” sözünün yer alması hususlar, yazının eski metinden aynen alındığını imkânsız kılmakta onun ancak Dede Hicri’nin kendi üslubuyla yazılmış bölümlerden biri olduğunu göstermektedir. Zaten de belgenin üslubu şairin bildiğimiz yazı üslubunun tıpkı bir benzeri sayılır.
- Belgede geçen “Karyağdı” ailesine dair Kaleliler arasında iz bulamadık. Ancak Kerkük’e bağlı Tuzhurmatu ilçesinde bu ailenin bazı kalıntılarına rastlanıldığı söylenilmektedir.
- Fuzûlî’nin babası Molla Süleyman’ın Kerkük Kalesi’nin zindan mahallesindeki camide hocalık yapması ve Bayatlı bir kadınla evlenmesi ve buna benzer daha başka bazı hususların, Kerkük’te halk söylentileri arasına çoktan girdiğini bilmekteyiz. Nitekim bu küçük Cami’nin bugün bile “Fuzûlî” adiyle anılması ve bitişiğindeki mevkuf evin de Fuzûlî’nin doğduğu ev olarak halkça kabul edilmesi olayı, Fuzûlî’nin menkıbevi hayatına dair Kerkük’te anlatılan özel fıkralardır.
- Seyyid Abdülgafur’a gönderildiği açıklanan şiirin, “gazel” olmayıp, Hazret-i Ali hakkında söylenmiş bir kaside olduğunu bilmekteyiz.
Hicri Dede’nin adı geçen tezkiresinde Fuzuli’yle ilgili başka bazı bilgilerin de insanda hem kanaat hem de şüphe uyandırdığı görülmektedir. Söz gelişi, Fuzûlî’nin çağdaşı olduğu gösterilen ve 18 Şevval 941 Hicri’de Kerkük’e gelen Süleyman Kanunî’nin meclisinde irticali olarak söylediği:
Süleyman bastı bu hâke kadem ensere hoş geldi
Bu kanunî adalet Ahmed-i Muhtara hoş geldi
Niyazım böyledir ey padişahım ber[3]-devam oğul
Bu teşrifin bugün mûrün olan Hûş[4] yâre hoş geldi
Rubaisi sebebiyle sultanın maiyetinde on sekiz gün rehberlik vazifesi gören Kerküklü mutasavvıf şair hûş yar Dede’nin, Kerbela’ya yaptığı birçok seyahatlerinde Fuzuli’yle yakından görüşüp hasbihal etmesi ve Fuzûlî’nin kendisine her zaman “sen benim ilham kaynağımsın” diye seslenmesi hep bu kabildendir.
Hicri Dede’nin 1933’te telif ettiği adı geçen tezkiresinde yer alan yukarıdaki bilgilerin kısmen uydurma olduğu kabul edilse bile, tamamını bir hayal mahsulü saymak pek de mümkün olamamaktadır. Bu bakımdan, Fuzûlî’nin doğum yeri problemi, Kerkük yönünden, az çok çözümlenmeğe doğru yeni bir istikamet almış sayılır.
[1] Tahallus; kurtulmak, halas olmak.
[2] Gerekli, icap eden.
[3] Fayda, göğüs, yan, yaprak, üzere.
[4] Ruh, ölüm, can.