Kerküklülerin Namık Kemal ile olan sevgi bağları yanında asıl Kemal’in Kerküklülerle ilişkisi önemlidir. Bir defa şairin büyük dedesi ünlü kumandan Topal Osman Paşa’nın mezarı Kerkük’tedir. Hicrî 1145 (M. 1732-1733) tarihinde vezirlik rütbesiyle Kerkük’te Osmanlı ordusunun kumandanı olarak İranlılara karşı yaptığı meydan savaşında şehit olmuş na’şı bu şehrin yukarı zêwe mahallesinde İmam Musa el-Kâzım’ın ahfadından olan İmam Kasım’ın yatırı bulanan Cami’de gömülmüştür. Şehadet tarihinin kaili meçhul bir şair şu beytiyle söylemiştir.
Mazhar-i lütf-i Huda olmağıla
Oldı tarih-i vefatı mezher (1)
İmam Kasım’ın yatırını dinî münasebetlerde ziyaret eden halkımız Osman Paşa’nın türbesi başında da bir Fatiha okumadan geçmezler.
***
Namık Kemal’in Kerküklülerle olan önemli ilişkilerinden biri şu olayda geçiyor:
Bilindiği gibi onun resmî bütün mektep hayatı sadece üç dört yıllık ilkokul tahsilinden ibarettir. Bu çağda kendisiyle öğretim bağlılığı bulunan mektep hocası Şakir Efendi’nin Kerküklü oluşu olaya etkenlik kazandırmıştır. Durumu şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek’in Namık Kemal-şahsı- eseri- tesiri unvanlı kitabından (s 21-22, Ankara 1940) izleyelim:
“Namık Kemal’e çocukluk devrelerinde herkesten fazla müessir olmuş, verimli telkinler yapmış olan şahıs (valide rüştiyesindeki) muallimi Şakir Efendidir. Şakir Efendi ile Namık Kemal arasındaki münasebeti Ali Ekrem’den (2) dinleyelim: Bu mektebin muallimi Şakir Efendi Kemal için gayet mükemmel bir üstat olmuştur. Şakir Efendi bu yeni şakirdine diğer talebelerinden başka dersler vermeğe başladı. Hocasının bu muhabbet ve teveccühü ise, Kemal’in kalbinde nurânî akisler peyda ediyordu. Daha o yaşta iken yirmi yaşında bir genç gibi tahsil zevkini duydu. Kudretiyle çalışmağa koyuldu. Pek az zamanda pek çok şe öğrendi. Şakir Efendi, atinin bir dâhisi olacağından emin bulunduğu Kemal’in vicdan mürebbisi olmadığı da kendisine bir vazife tanıdı. Bakınız büyük muallim küçük talebesine ne diyor:
Mektepte mükâfat tevzi merasimi yapılacak, padişah Abdülmecit’te bu merasime gelecek.
Şakir Efendi, padişaha okunmak üzere tam yetmiş beyitlik bir kaside hazırlamış. Kemal bu kasideyi okuyor ve şiiri kendisinin inşat edeceğini söylüyor. O zaman Kemal, Şakir Efendi’nin de ümit etmediği bir harika göstermiş. Diyor ki:
-Kasideyi ezberledim!
-Ve henüz bir kere okuduğu yetmiş mükemmelen inşat ediyor. Lakin Şakir Efendi bu hafıza-i fevkalâdeliğinin karısında şaşırıp kaldığı sırada Kemal:
-İşte görüyorsunuz, ezberledim; lakin bu kasideyi padişahın huzurunda okuyamam utanırım. Muallimi derhâl cevap veriyor:
-Ne? Utanır mısın? Onların hepsi mezar daşı! Oğlum, hepsi mezar daşı!…
(Şakir Efendi Kerküklü olduğu için “T” harfini “D” Telaffuz edermiş. Mezar taşı yerine mezar daşı…)
Namık Kemal:
-Hocamın bu sözü bana o kadar tesir etki ki merasim günü kasideyi, karşımda mezar taşları görür hiç telaş etmeden en gür sesimle mükemmel bir surette inşat ettim (3). Sonra da bütün ömrümde padişahlara, vezirlere bir mezar taşından fazla ehemmiyet vermezdim, diyor”
Ali Ekrem’in, babasından naklettiği hatıradan hususiyle taze bir çocuk ruhu üzerinde birdenbire yepyeni bir iklim açan fevkalâde ehemmiyetli telkin vesikasından anlıyoruz ki (Kerküklü) Şakir Efendi gününe göre ehemmiyetli ve oturaklı bir ruh sahibidir. Namık Kemâl üzerinde de asalsı tesirle maliktir.”
***
Namık kemal, olgunluk çağında da Kerküklü bazı şairlere gıyaben ve bazılarıyla yüz yüze gelerek edebî ilişkiler kurmuştur. Bu arada tahribi harabat adlı kitabıyla Ziya Paşa’nın harabat adli şiir antoloji kitabını tenkidi sırasında Kerküklü Nevres-i kadimin (ölümü:1761) bazı şiirlerini Osman Nevres’in (ölümü: 1876) kilerle karşılaştırarak Kerküklünün şiirlerini üstün ve değerli gördüğünü aynen şöyle yansıtıyor:
“Biçare Nevres’i kadimin ne cürmü var idi ki anın namı lisana alınmasın da bile şimdiki Nevres’in Türkî ve Farsî –teeddüben[1] nait müstesna- iki parça muzahrafatı[2] ile harabatın ötesi berisi telvis olunsun! Hakkul insaf âlem-i tabiattan efendimize ihdâ buyrulmak lazım gelse, divan-ı devletlerine ithali ancak yeni Nevres’in “sureti” kasidesini mi kabul buyurdunuz, yoksa eski Nevres’in:
Haclegâh-ı Hüsrev’i bir şeb ki tezyin ettiler
Hûn-i Ferhâd’ı hına-yı pay-ı Şirin ettiler
Çıkmadı bir mim-ten kadd-i Bülend-i himmete
Atlas-ı gerdûni birkaç kere tahmin êttiler
… … …
Çoktan husûlünü göremem meddeâların
Tesiri kalmamıştır efendi duâların
… … …
Koncanın getti başı araya bir hande ile
Var kıyas eyle bu gülşende demâdem gülşeni tarzında olan eşarınımı?
***
Namık Kemal bilindiği gibi Osman Nevres ve Kerküklü Şeyh Rıza ile İstanbul’da eski sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın konağında buluşur ve kendileriyle edebî mübahase ve sert tartışmalara girişirdi. Hatta Kemal ile Osman Nevres’in arasındaki tezadın sebebi Şeyh Rıza’nın, tartışmalarda Nevres’in tarafını tutmasından ileri geldiği söylenir. (4)
Namık Kemal ile Kerküklü Şeyh Rıza’nın edebî tartışmalarına dair vaktiyle Türk düşüncesi dergisinin Aralık 1955 tarihli 65. sayısında yayımlanan bir fıkrayı, olduğu gibi buraya almayı uygun görüyorum: “Bir akşam Kemâl Şeyh Rıza’ya:
-Şeyhim güzel eş’arınız var ama çok Arap ve Farsça kullanıyorsunuz; biraz açık Türkçe olsa elbet daha güzel olur. Şeyh Rıza şu mukabelede bulunmuş:
-Sırf Türkçe de bir şeye benzemez. Siz bir beyit söyleyin de bakalım. Kemal ısrarla
-Düşünülürse pek a’la söylenir. Siz hep Arap ve Farsça ile bir mısra söyleyin bakalım bir şeye benzer mi?
Üç lisanda pek kuvvetli bir şeytanî bir zekâsı olan Şeyh şu mısra’ı okumuş:
Furuğ-ı sahn-ı Gülşen revnak-ı bezm-i çemen sensin
-İşte demiş, şu mısra güzel değil mi? Furuğ, sahn, revnak Arap’ça, Gülşen, zem, çemen Fars’ça, içine Türk olarak da bir de hazır bulunan Bağdatlı Nevres’i göstererek… Şeyhim demiş, sen de intihap edecek söz bulamadın da bu budalanın lafından intihap ettin.
Şeyh Rıza bu söze hemen itiraz ederek:
-Yok kabul etmem, “inne Nevresen min fühûl-i ehl-i kemâl” diyerek lakırdıyı kesmiş ve Kemal Bey’i bir satranca davet ederek “gel bakalım biraz da şundaki maharetini görelim” deyip bahsi kapatmış.
***
Şeyh Rıza ile Namık Kemal arasında geçen bazı mülâtıfalarında[3] Şeyhin yenildiği görülmüştür. Nitekim bir ara, sokakta çiftleşmiş iki köpeğe rastladıklarında Şeyh Rıza Namık Kemal’e seslenerek tevriyeli olarak “kemale bak kemale” der. Namık Kemal de aynı edebî sanatla şu yanıtı verir: “alttaki Rıza üstteki Rıza!”
***
Namık Kemal bir kısım Türk şair ve edipleri üzerinde yaptığı güçlü etkiyi, birçok Kerküklü şair ve yazarlar üzerinde de yansıtmıştır. Onun:
Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi
Yazılsun seng-i kabrimde vatan mahsun[4] ve ben mahzun
Beytine, günümüz şairlerinden Kerküklü Osman Mazlum şu benzetme beytini yazmıştır:
Ölürsem görmeden ufkunda Kerkük kevbeb’i bahtın
Yazılsın mezar taşında Huda (5) zalim vatan mazlum
Aynı zamanda, günümüzün ünlü klasik şairi Kerküklü Molla Mehmet Sadık ta şu benzetmeyi söylemiştir:
Ölürsem görmeden gönlümde tasvir ettiğim asrı
Bu dünyada bana cay-i eseften bir mezar olsun
Bu ve başkaca benzetme örneklerini daha da çoğaltabiliriz. Ancak burada Namık Kemal’in rüya adlı eserini, Kerkük’e bağlı Altunköprü bucağından Muhsin Behçet’in 1965 yılında Arapçaya çevirerek yerli kardeşlik dergisinde yayımladığına işaret etmeyi yerinde görüyoruz. Denilmeğe değer ki rüya kitabı daha önce Bağdatlı şair ve yazar Maruf er-Rasafî tarafından tercüme edilmiştir.
Çıkıntılar:
(1) Bu beytin sonundaki mazhar kelimesi ebcet hesabı ile Hicrî 1145 tarihini yansıtıyor.
(2) Bu zat Namık Kemal’in oğludur. Tanınmış bir edip ve şairdi. 1937 yılında ölmüştür.
(3) Bu tür olayın benzeri bir örneği, Kerküklü başka bir öğretmenle öğrencisi arasında görülmüştür. (Bakınız; Kerkük şairleri, cilt 7, s 77-78 ve cilt 13, s 24),
(4) İbn/ül Emin Mahmut Kemal, son asır Türk şairleri, s. 1196, İstanbul.
(5) Huda “X” ile Farsçada hem Tanrı ve hem de sahip ve malik anlamına gelir. Herhalde şar bu kelimeyi beyitte ikinci anlamıyla söylemiştir ki zamanında iktidarda bulunan hükümdar kavramıyla yansıtmıştır.
Kardaşlık dergisi, Bağdat Yıl: 5, Sayı,10, Ocak 1966, Yeni Türkçe
[1] Edepli davranmak.
[2] Atıklar.
[3] Mülatıf; latife eden, şakacı.
[4] Sarp, sağlam.