Irak’ta Türkmen Edebiyatının Tarihinin Başlangıcına Dair Araştırmalar

47

Son zamanlarda bazı dış ülke yazarlarını Irak, İran Kafkasya hatta doğu ve güneydoğu Anadolu Türklerinin Azeri alanı içerisinde incelediklerini görmekteyiz. Oysa Irak’ta yaşayan Türk toplumu için asırlardan beri etnik bir ıstılah olarak kullanılan Türkman deyişini daha uygun olduğu bilinen bir gerçektir. Iraklı Türklerin kendi geleneksel görüşleri de bu yöndedir.

Eski tarih yazarları Türkmen tabirini sadece Irak’ta yaşanan kavim için değil, aynı zamanda doğu ve güneydoğu Anadolu’da ve öteki bazı komşu ülkelerde yaşayan Müslüman Oğuz kavimleri için de kullanılmaktadır.

Türkman terimi filoloji bakımından Irak Türkleri’nin konuşma dili için kullanılan bir lehçenin adı olmuştur. Ki, bu de en çok Azeri şivesine benzeyen Şarkî Oğuz lehçesidir. Irak Türkleri etnik olarak Türkman adını umumiyetler ifahi dilde kendilerini için özel bir tesmiye olarak kullanılmakla birlikte Osmanlılar zamanında ve Irak’ta cumhuriyetin kuruluşunun ilk aylarına değin yazı dilinde bu ad yerine hep Türk adını kullanmışlardır.[1]

Türk ve Türkman adlarının kavramları aynı olup bunun bir benzerini, eş kavramları Arap ve “Urban adlarında görmekteyiz”.[2]

Ön Asya kadim tarihinin büyük alimi Fr. Hommel, Irak’ta Milattan beş bin yıl önce yaşamış olan Sümerler’in orta Asya’daki ana yurtlarından ayrılarak Irak’ta yerleşen bir Türk Kavmi olduğunu ileri sürmekte, başka bazı bilginler ise, Sümerlerin, aralarında Türk unsuru da bulunan muhtelif kavimlerden kuruluş bir harite olduğunu söylemektedirler.[3] Bir gerçeği yansıtan bu fıkre göre Sümer adıyla Irak adını eş kavramı ve birbirinden benzeri iki deyiş olarak kabul etmemiz mümkün ve uygundur. Yani her iki ad aynı mefhumla, Türkman unsurunu da ihtiva eden birkaç kavimden oluşturmaktadır.

Günümüzde Irak’ta yaşamakta olan Türkmanların dil ve edebiyat mirasların Sümer kalıntılarının bulunup bulunmadığı olayı tetkike muhtaç ve çözümlenmesi güç bir meseledir. Bununla birlikte Sümer edebiyatında görülen muvaşşah nazım ve şiirde mahlas sanatının doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde Irak Türkmanlarının şiirine geçtiğini bilmekteyiz. Bu hususta Iraklı Sümerriyat uzmanı Prof. Dr. Taha Bakır’ın telifatından yararlanarak mukayeseli mütevazi bir Araştırmayı Türkmeneli dergisinde (Temmuz 2008 tarihli 6. sayı, Kerkük) yayımlamışımdır.

Irak’ta Orta Asya’dan gelen Oğuzlar, inkıraz etmiş olan Sümer Türkleri’nin muhtemel kalıntılarıyla altıncı asırdan itibaren ihtilal eden Irak Türkmanlarının kesafet (çoğunluk) peyda etmesine yol açtığı düşünülmektedir. Kerkük’te hâlâ yaşamakta olan bir kısım Türkman Hristiyan topluluğun Müslümanlıktan önceki çağlarda Kerkük Kalesinde yerleşmiş oldukları söylenebilir. Müslüman Türkmanların ise, Hicri 54. Yılından başlayarak Irak ülkesine gelip yerleştiklerini Tabari’nin anlattığına göre,[4] Türkmanistanı almağa memenur edilen Arap kumandanı “Ubeydullah Bin Ziyad” hicretten elli dördüncü yılında Buhara’ya yaptığı saldırıda “İKİBİN” Buharalı Türkman okçu savaş askerini Irak’a göndermiştir. Basra yöresine yerleştirilen bu cengaverler, Arap silahşorlarının kavrayamadığı okçuluk alanında eğitim işleriyle görevlendirilmiştir. Bu tarihî olay eski Arap müelliflerinden Belâzürî de bir eserinde[5] desteklemiştir.

Abbasiler çağında Türkmanlar’ın askeri ve tarihi rolleri bilindiği gibi etkili olmuştur. Ülke Afşin, Aşnas, Autağ, Vasif ve Boğa gibi Türk kumandanların elinde bir oyuncak hâline getirilmiştir. Vaktiyle bu hususta bir Arap şairinin yazdığı dörtlükte halifenin kafeste hapsedilen papağan kuşuna benzetilerek Vasif’le Boğanın dediklerini tekrarlamaktan başka bir iş yapmadığını belirtmektedir.[6]

Bu dönemde bir kısım Türkman soylu şairler dedeleri dilinden ayrı olarak Arap diliyle şiirler yazmıştır. Daha sonrası ise, Kâşgarlı Mahmut’un H.10 Cemaziyelahir 466(m. 10 Şubat 1074) tarihinde Bağdat’ta Abbasî halifesi Mukteda Biemrillah’a armağan ettiği anlaşılan Divan-ü Lügat-üt Türk kitabında uzun yıllar gezip dolaştığı üşlelerde yaşayan Türk kavimlerinden topladığı dil malzemesi ve şiir örnekleri arasında, hee halde Irak’ta yaşayan Türkman (Oğuz ve Kıpçak)ların da eserlerinden bulunması muhtemeldir. Nitekim divanda geçen “közden yırsa könülden yine yırar” atalar sözü Kerkük’te “dözden İrağ olan gevilden de İrağtı” biçiminde ve divanda “tağ taüa kavuşmas kişi kişikte kavuşur” sözü de Irak Türkmanları arasında “dağ dağa kavuşmaz adam adama kavışı(r)” biçiminde yayığındır. Buna göre divanda çok sayıda aktarılan şiirler arasında Irak ülkesinden de derlenmiş parçalar rastgele bulunabilir.

Şu var ki, 1410-1469 yılları arasında Irak’ın kuzey bölgesine uzanan Karakoyunlu devletinin hâkimiyeti esnasında münkündür. Niterkim bu devletin son hükümdarı Cihanşah divan saihib görkemli bir şairdi.[7]

Karakoyunluların ünlü hükümdarı Kara Yusuf, Timur’un ölümünden sonra Azerbaycan ülkesine hâkim olarak Pirbudak adındaki oğlunu Sultan ilan etmiş ve bunun adıyla devlet ayrılık (ferman)larınn Türkmence olarak yazılmasını emretmiştir.[8] Hicri 795-M.1392 tarihinde Bağdat’ı Timur’un H. 807’de ölümü üzerine Şam’da bulunan Celayirli Sultan Ahmet Bağdat’a gelmiş ve beş yıl burada kalmıştır. Oğlu Alaaddin Tebriz’de Kara Yusuf’la yaptığı savaşta esir düşer, babası Sultan Ahmet Oğlun’unn idaresini talep eder. Vermeyeneler Kara Yusuf’la savaşa hazırlanır. Müneccimleri kendisini bu işten alıkoymak isterler. İyi bir şair olan Sultan Ahmet ise, onlara karşı inşa edildiği şu iki beyti ile yanıt verir:

Kim ola dün ü gün işinde fikr ü tedbir eylemez

Neylesün tedbiri çünkim redd-i takdir eylemez

Hayr ü şer nakkaş’ı bîcün yazdı levh_i cebin

Âdem oğlı cehd ol nakşi tağyir eylemez.[9]

Bu çağda Türkmencenin saray çevresinde konuşlanan önemli bir dil olduğunu anlıyoruz, hatta bir söylentiye göre Karakoyunlu devletinin resmi dilinin Türkmence olduğunu öne sürmüşlerdir. Karakoyunluların akabinde Irak’ta Akkoyunlular hüküm sürmeye başlamışlardır. Bunların bazı tarihî izlerine günümüzde rastlanmaktadır. Nitekim Kerkük şehrinde eski tip yapılı evlerin çoğunda büyük adanın (dör) atebe (eşik) ile bitişik olan kısmının iki yanında dikilen ve danacağ (“dayanılacak” sözünden yapılmış desenli figürler Akkoyunlular’ın sembolüdür. Bu dayanacakların kara renklisine günümüzde nadir olarak az sayıda tesadüf edilmektedir. Bunlar da Karakoyunluların remzidir. Daha önceleri 1404’te Şam’da öldürüldüğü söylenen ünlü mutasavvıf şair Nesimî Bağdadî Irak’ta Türkman Azerî, Irak’ta ise, Türkman şairi sayarlar. Oysa Nesimi yerel bir şair olduktan çok bütün Türk edebiyatının ustalarından biridir. Hayatının büyük bir kısmını Bağdat’ta ve daha sonra Halep’te geçiren şair hihayet Şam’da kendisine isnat olunan dinî bir iftira sebebiyle derisi soyularak katledilmiştir.

Şiirlerinde Hurufiliği terennüm eden Nesimî, horyat tarzını andıran ve tuyuğ diye adlandırılan özel dörtlükleriyle de şöhret bulmuştur. Ali Şirnevayî “Nesimî-ül-mahabbe” adlı eserinde onu Irak ve Rum halkının eşsiz bir şairi saydıklarını yazmakta, Türkmanî ve Rumî (Anadolu Türkleri) dillerinde şiir söylediğini belitmektedir.[10]

Müteakip çağlarda mensûr ve hece vezniyle yazılmış Aliyyüllah tekke edebiyatı manzum eserlerden de kısmen Türkmen lehçesiyle yazıldığı görülmetedir. Nitekim Irak’ta yaşamakta olan Türkman Şebeklerin buyruk adlı akide kitabının dili, Osmanlıca’nın Irak’ta başlangıç etkisi altında kalmakla birlikte Türkmence’dir.[11] Daha önceleri sözlü rivayetlerden kitabete aktarılan Dede Korkut hikayelerinden ilk kez bahseden Kaynak, Reşidüddin’in cami’-ğt-tarih kitabıdır. Mülellifi, Dede Korkut’un Oğuz Bayat boyuna mensup olduğunu söylüyor. Bu destan yayına geçirenlerden Orhan Şair Gökyay’ın 1973’te yayınladığı kitabından izledik. Bu hususta geniş bir değerlendirmeye gerek vardır; ama vakit darlığından bu işi burada gerçekleştiremedik, sadece işaretle yetindik.

Osmanlıların Irak’ı Safevilerden aldığı dönemde bu ülkede doğup yetişen dahi Fuzulî’nin şahane eserleri sayesinde Türkmen edebiyatı gelişmiş ve zenginleşmiştir. O dev sanatkâr sadece bir Türkman şairi olmakla kalmayıp tüm dünyaya Türk edebiyatının başında gelen azametli bir şair olarak tınılmıştır. Osmanlı hakimiyetinin maddî ve manevî etkisi altında kalmakla birlikte kendi öz Türkmen lehçesini hiç unutmamıştır. Şiirlerini tabii ki cinnî ve melekler için yazmamış, genel Türk edebiyatçıları yanında o zamanlar Irak’ta geniş bir kültüre sahip münevver Türkmanlar topluluğuna seslenerek söylemiştir. Nitekim muasırları arasında çok sayıda bulunan şairlerden Ahd-î Bağdadî ve bunun babası Şemsî, Kardeşleri Rizaî ve Muradî ve akrabası Rindî de Türkçe şiir yazan simalardandırlar.

Ahdî’nin Gülşan-i Şuara adlı tezkeret-üş-şuara kitabında birçok Iraklı Türkmen şairlerinin yer aldığı bilinmektedir. Fuzulî ve oğlu Fazlî de dahil Türkçe şiir yazan Dâî, Hakikî, Cevherî, Hâdimî, Zihnî, Kelâmî, Nadirî, Vâlihî, Fikrî, Süleyman, Ekrem Kaymaz, Mehmet Feyzî ve Rûhî’nin bulunması o zamanın edebî kültür varlığının önemli göstergesidir. Bunlardan Rûhî Bağdadî Irak’ta Füzülî’den sonra gelen divam sahibi ünlü bir şairdir. Ahdî’nin adı geçen eserinde saptanmayan Hâkî, Tab’î Tarzî yazarların adları, Rûhî gibi başka bir kısım şair ve yazarların adları, Rûhî’nin bir manzumesinda geçmektedir. Bütün bunların yanında bir de Fuzulî’nin muakkibi ve başarılı mukallidi olarak tanılan görkemli şair ve ünlü hattat Kavsî_i Bağdadî’nin şiirlerinde Fuzuli’nin yankısını duymakta, lehçe ve yerli ağız hususiyetlerini yakından sezmekteyiz.

Bu asırlardan sonraya Irak’ta Türkman şiirinin Osmanlı Türkçesiyle yazıldığına şahit olmaktayız. Bu arada ilk hatırlanan şair Kerküklü Nevres-i Kadim’dir. Hakiki adı Abdurrazzak olan bu değerli şair aynı zamanda söz ustası bir yazardır. Sadece Irak’ta değil, dış ülkelerde de çağının en güçlü sanatçısıdır. 1175 Hicri yılında gözlerini hayat yummuştur. Yaşamı ve eserleri hakkında Kerkük Şairleri kitabında (c.1, s,9-42) de geniş bir araştırma ve Türk Ansiklopedisinde (Nevres maddesi) toplu bir yazı yayımlamışımdır.

Hicrî 1200’li yıllarda yaşayıp ölen Kerküklü şairlerden Muhammed Nevrûzî, Es’ad Naipoğlu, Kasımî, Resul Hâvî, Abdürrahman Halis ve Erbilli Garibî ile Yakup Ağa hep göze batan kişilerdir. Bunların ardı sıra yaşamını yitiren yetenekli şairlerin sayısı bir hayli kabarık olduğundan adlarını kaydetmedim. Bunları da edebiyat tarihimizde başlangıç dönemine aittir. Böylece Irak Türkmanleri şanlı klültürleri bakımından bu ülkede yaşayan kavimler arasında Araplardan sonra ikinci mertebede bulunmakla onur ve gruru duymaktadırlar. Başkan sanat dalalrında da başrı gösteren necip ve zeki bir kavim olduklarına zaten şüphe ve kuşkumuz yoktur. Artık konumuzu burada noktalarken yazıda adları geçen Kerküklü Nevre ve Erbilli Yakub Ağa’nın birer gazelini aziz okuyuculara sunmayı hoş görüyorum. Nevre’in gazeli, aruzun mefûlü fâilâtü mefâilün vezniyle, Ağa’nınki fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazılmıştır.

Nevres’in gazeli:

Çoktan husûlünün göremem muddeâ’ların

Tesiri kalmamıştır efendi dü’âların

Bîgâneler inâyetine düştü ihtiyaç

Bir Lütfu olmadı bu kadar aşiâların

Mevc-i hatırdan olmadı asâyişe medar

Tâ ynına oturmuş idim nâhudâların

Ey Sâkinân-ı bezm-i vatan gâhi yad edin

Gurbet esiri derd ü belâ mübtelâların

Hâzır olun belâye ey erbab-ı berg ü saz

Çıktı hadeng-i ahı göge bî-nevâların

Muhtac ola İlâhi dilenci kapusuna

Şol kâmran ki dahın eşitmez gedâların

Etdi kibâr lütfu beni hasta-i melâl

Tesiri ben de ziddına düştü devâların

Sultan-ı Lâyezâle niyâz eyle Nevresâ

K’oldur penâhı mirlerin pâdişâhların

***

Yakub Ağa’nın gazeli

Ol siyah zülfün ki inmiş rûy-i pür nûr üstüne

Vechi var tercih olunsa şâm-ı deycûr üstüne

Perçem-i pürçin midir taraf-ı arakçînde yâ

Bağlanmış ceyş-i Habeş tabûr Fağfûr üstüne

Zülfünün her târına peyveste olmuş bin gönül

Gûyiy’a berdârdır Mansûra Mansûra üstüne

Gamze tahrikiyle basmış birbirin müjgânların

Hamle kılmış âdetâ tâbûr tâbûr üstüne

Gerdan-ı Kâfûrun üzre gabgab-ı sîmsîn midir

Yoksa bir terkîbdir billûr billûr üstüne

Her zaman meyhâne-i aşkınada yüz bir âşıkın

Birbirin basmış yatur mahmûr mahmûr üstüne

Hâsid-i Pürkîn hoşnud olmaz mahsûdan

Giysa de her günde semmûru semmûr üstüne

Derdi kim verdiyse dermânın odur ihsân eden

Bir tesellidir etıbbâ gelse rencûr üstüne

Nükte-i eş’ârı Yakub anlayan elbette der

Yok sühan tercih ola bu dürr-i mensûr üstüne


[1] Türkman adı, 1 Şubat 1959’da Bağdat Radyosu Türkmence kısmının açılışıyla resmedilmiştir.

[2]Bu konuda 2010 tarihinde Kerkük’te basılan Türkman keşkülü kitabımın ikinci cildinde özel bir yazı yayımlamışımdır.

[3] Zeki Velidi Toğan, Umumi Türk tarihine giriş, s, 12-13, İstanbul 1946

[4]  El-Tabari, Tarih-ül ümem vel lmülük, c,4, Kahire, 1939, s, 221-222,

[5] Bak. Fütüh* ül-Büldan, s, 384 ve 417 Kahire, 1901.

[6] Metni Şudur: خليفة في قفص بين وصيف وبغا

يقول ما قالا له كما تقل الببغاء                        

[7] Türkçe şiiri örnekleri için 1.9.1973 tarihli yerli Kardaşlık dergisinde yayımladığımız araştırmaya bakınız.

[8] Bütün yarlıklarda yazılması gereken Türkmence özel sözlerin metni için bakınız: Cami’üd-düvel’den naklen Abbas Azzavî, tarih_ül Irak, c,3, s,60.

[9] Bakınız: Tarih_ül Gıyasî, s, 189, ilim 189, ilmî neşre hazırlayan Târik el Hamdanî, Bağdat, 1975

[10] Prof. Dr. Fuat Köprülü, İslam Ansiklopedisi, cüz 12, s,130, sütun 2.

[11]  Bu eserin yayımlanmamış metni için bakınız: Ahmet Hamit es_Sarraf, eş-Şebek, s, 145-191, Bağdat 1954.