Yüksel Topaloğlu
‘Bir Asırlık’ Ebediyet: Atâ Terzibaşı
Dünyada olduğu gibi bizde de devlet, siyaset, kültür, sanat ve edebiyat tarihinde mensup oldukları milletin varoluşu ve gelişmesinde üstlendikleri rolleri ve işlevleri dolayısıyla isimleri her daim yâd edilecek ve ölmeyecek bazı abidevi şahsiyetler vardır. Öncelikle bir devlet adamı ve ‘budununun’ hamisi ve yaşatıcısı olan ancak asıl ehemmiyeti, Türk’ün ilk büyük ölümsüz yazıtlarını dikerek onu askerî, ekonomik, kültürel, sanatsal, sosyolojik vb. başkaca yönleriyle bugüne “taşıyan” ve “aktaran” Bilge Kağan; aynı şekilde mensup olduğu milletinin neredeyse bütün boylarının yaşadığı yerleşim yerlerini adım adım dolaşarak kültürel manada “köken”ine ilişkin ne kadar değerli şey varsa hepsini toplayarak Türk’ün cidden en büyük hazinesini, Divanü Lugati’t-Türk’ü bugünkü ve yarınki hemcinslerine miras bırakan Kaşgarlı Mahmut ve nihayet Türkçenin ilk şuurlu ve en büyük müdafilerinden Muhakemetü’l-Lugateyn yazarı Ali Şir Nevai böylesi şahsiyetlerdir. İfade etmeye gerek yok ki bunlar şuurları, öngörüleri ya da başka saiklerle tarihî süreç içindeki “bizi”, “bize özgü” olanları kısaca millî kimliğimizin bileşenlerini bengütaşa veya kâğıda kaydederek, nakşederek onların meçhule karışmalarını önlemiş ve “bizi” bugüne aktarmışlardır.
Bu yüzden onlara birer kültür ve kimlik kaydedicileri, aktarıcıları/taşıyıcıları nazarıyla bakılsa hiç de yanlış olmaz. Bir asra yakın ömrü ve bu ömre sığdırdığı büyük Türkmen külliyatı ile ‘bir asırlık ebediyet’ nitelemesini hak eden Atâ Terzibaşı da hiç kuşkusuz bu kaydedici ve aktarıcı kategorisine dâhil edilebilecek kıymetli bir kültür ve edebiyat araştırmacısı ve tarihçisidir. Belki onun öncekilere nazaran tek farkı, bu işi yerel boyutta gerçekleştirmesidir. O da diğerleri gibi mensubu olduğu Türkmenlerin sözlü ve yazılı kültürel, sanatsal, edebî değer ve varlıklarını kayıt altına almış ve aktarmıştır. İlerleyen satırlarda çalışmalarına odaklandığımızda daha yakından görüleceği ve anlaşılacağı gibi o, gerçekten de hayatını Irak coğrafyasındaki Türk varlığına, onun yaratmış olduğu tüm sözlü ve yazılı değerlerine vakfetmiş bir şahsiyettir.
Atâ Terzibaşı, işgal sürecini ganimet bilerek yurtları, mahalleleri, evleri, mezarlıkları, nüfus ve tapu dairelerine girilip yok edilmeye, silinmeye çalışılan bir varlığın, Türkmenlerin, yaşadıkları süre zarfında yarattıkları sözlü ve yazılı değerlerinin, kimliklerinin arşivini, kaydını tutan ve bu sebeple adı öncelikle Türkmenlerle birlikte ilanihaye unutulmayacak ve yaşayacak olan değerli bir Türkmen bilgesidir. Irak coğrafyası Türkmen kültürü, sanatı ve edebiyatına ilişkin ardında bıraktığı devasa külliyat bunun en büyük tanığıdır.
Terzibaşı ve Sözel Kültür
1924 yılında Kerkük’te bir Türkmen ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Atâ Terzibaşı, her şeyden önce bir kültür ve edebiyat tarihçisi, araştırıcısı ve derleyicisidir. Bu açıdan bakınca onda esas olarak iki temel inceleme veya yönelme alanı dikkati çeker. Bunlardan ilki, sözel kültür alanıdır.
O, öncelikle mensup olduğu topluluğun sözel kültür ürünlerinin derleyicisidir. Başka bir ifadeyle Atâ Terzibaşı öncelikli olarak Türkmenlerin halk edebiyatı ve folklor ürünlerinin derleyicisi, belki de daha doğru bir tabirle söz konusu coğrafyanın sahipleri olan Türklerin sözel kültür tapularının kayıt altına alıcısı, zapt edicisi, inceleyicisi ve yayımlayıcısıdır. Bu yönüyle o, aslında bir edebiyat tarihçisi veya derleyicisinden ziyade bir milletin veya kimliğin bekasının sağlayıcısı ve koruyucusudur. Bundan dolayı başta Türkmenler olmak üzere bütün Türkler, bu tek kişilik enstitüye çok şey borçludurlar. Onun Kerkük Hoyratları ve Manileri, bu çerçevede hazırlanmış dikkate değer bir çalışmadır. Atâ Terzibaşı, sözel kültür değerlerini zapt ederek üç cilt olarak yayımladığı bu çalışmasını sadece malzemeyi derleyerek sunmakla yetinmez.
Türkmen halk edebiyatı ve folklor malzemesini, aynı zamanda mütecessis zihni ve dikkatinden geçirir. Başka bir ifadeyle malzemeyi bütün dikkati ve titizliğiyle süzgeçten geçirerek onları didik didik eder. Bu çerçevede hoyrat lafzının aslı, hoyratla mâni arasındaki fark, hoyrat ve manilerin doğuşu, hoyratın musiki bakımından menşe ve tekâmülü, hoyrat ve manilerin söyleniş tarzı, tanınmış hoyrat çağırıcılar, Kerkük hoyrat ve manilerinin özel vasfı ve benzeri yönleri üzerinde durur. Bunları söz konusu bakımlardan ele alarak inceler. Bu üç ciltlik kayda değer çalışmasında Terzibaşı, incelemesinin yanında 850 kadar cinaslı, 1200 kadar da cinassız hoyrat ve maniye yer verir. Açıkça ifade etmek gerekir ki bu, Kerkük halk edebiyatı ve kültürü için büyük bir gayrettir.
Atâ Terzibaşı, işaret ettiğimiz bu ilk inceleme alanında sadece Kerkük Hoyratları ve Manileri ile yetinmez. Onun çalışmaları arasında bu gruba giren başkaca eserleri de vardır. Kerkük Eskiler Sözü ve yine önceki ile benzer minvalde olan Kerkük Havaları anılmaya değer çalışmalardandır.
Terzibaşı, Yazılı Kültür ve Basın Tarihi
Bunlarla birlikte Atâ Terzibaşı’nda dikkati çeken ikinci inceleme veya yönelme alanı ise en az önceki kadar önem arz eden Yazılı kültür alanıdır. Aslında bu alanı, daha kolay anlaşılmayı sağlamak için üçe taksim etmek mümkündür. Buna göre ilki, yazılı edebiyat alanıdır ki, Atâ Terzibaşı’na edebiyat tarihçisi unvanını veren ve onu gelecekte de unutulmaz kılacak olan en önemli çalışmaları bu alanda yoğunlaşır.
Onun on üç ciltlik Kerkük Şairleri ve üç ciltlik Erbil Şairleri bunun somut örnekleridir. Edebiyat tarihçisi Atâ Terzibaşı, söz konusu çalışmalarının ilkinde anlaşılacağı gibi Kerkük’te yetişmiş olan şairleri edebiyatseverlerin ve araştırmacıların dikkatine sunar. Burada yaklaşık dört yüzyıllık süreçte Kerkük’te yetişen yüz elli iki şaire yer verir. İkinci çalışmasında ise yine yaklaşık üç yüzyıllık süreçte Erbil’de yetişen kırk yedi şairi incelemecilerin ve okurların dikkatine sunar. Ana hatlarıyla göstermeye çalıştığımız bu iki çalışma ile Atâ Terzibaşı, öncekinde olduğu gibi Kerkük ve Erbil şairlerini öncelikle kayıt altına alarak unutulmaktan ve kaybolmaktan kurtarmıştır. Aynı şekilde bunlarla ilgili kıt ve dar muhitlere sıkışmış olan bilgileri de olabildiğince genişletmiş ve geniş okuyucu kitlesine taşımıştır.
Atâ Terzibaşı’nın yukarıdaki ayrıma göre değinilmesi gereken İkinci yönelme veya çalışma alanı ise filolojidir. Onun bu alanda da öncekilerle ilişkili önemli çalışmalara imza attığı dikkati çeker. Kerkük Ağzı ve Türkmen Sözlüğü adlı eserleri, söz konusu çalışma alanının önemli örnekleridir. Ömrünü kendi topraklarına adamış idealist ve milliyetçi bir araştırmacının göz ardı edemeyeceği bir alandır bu. Görüldüğü gibi Atâ Terzibaşı, dil bilgisi ve sözlükçülüğü de çalışma alanına katmıştır. Atâ Terzibaşı’nın yönelme veya çalışma alanlarından sonuncusu ise basın tarihidir.
Onun Kerkük Matbuat Tarihi bunun somut bir örneğidir. Söz konusu eserinde 1880’li yıllardan 1980’li yıllara kadar yaklaşık yüz yıllık Kerkük matbuat tarihini ele alarak incelemiştir. Ana çizgileriyle çalışma alanlarını göstermeye dönük bu anlatımlardan da anlaşılacağı gibi Atâ Terzibaşı, doğduğu ve onu yetiştiren topraklara ilişkin çok yönlü çalışan bir edebiyat ve dil bilim araştırmacısıdır. Aslında ona, sadece bir dil bilimci ve edebiyat araştırmacısı demek haksızlık olur. Elbette öncelikli olarak Terzibaşı, bir dil bilimci ve edebiyat tarihçisidir. Ancak çalışma alanları ve gayretine bakıldığında onun bunlarla birlikte özellikle yabancı bir millet ve kültür tarafından kuşatılan ve her an yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bir milletin veya kimliğin şuurlu bir kültür, folklor, dil, sözlük ve edebiyat hamisi olduğu anlaşılmaktadır.
Nasıl Bir Araştırmacıydı?
Bu yerel kültür, edebiyat ve sanat hamisi, kuşkusuz üstünkörü ve tesadüfi çalışan bir edebiyat tarihçisi ve araştırmacısı değildir. Başta Kerkük Şairleri ve Erbil Şairleri olmak üzere onun diğer eserlerini dikkatle inceleyenler göreceklerdir ki, Atâ Terzibaşı, bilimsel araştırma ve inceleme yöntemlerine vakıf, son derece dikkatli ve sabırlı, kaynak kullanımında en küçük ayrıntıyı gözden kaçırmayan ve kendine özgü uygulamaları, tahlilî yaklaşımları ve özellikle Türkçe hassasiyeti olan bir araştırmacıdır. Kuşkusuz burada sözünü ettiğimiz bu hususların tamamını ele almak, göstermek ve örneklemek imkânı yoktur. Bu yüzden bunlar üzerinde ayrıntılı şekilde durmayacağız. Ancak bir fikir vermesi için bunlardan sadece bir tanesine, özellikle Türkçe karşısındaki tavrına kısaca değinmek istiyoruz. Bugün için ana vatan toprakları dışında kalan bir yörenin edebiyat tarihçisi ve araştırmacısı olması dolayısıyla Atâ Terzibaşı’nın tabii olarak öncelikle doğduğu toprakların ağzını/şivesini esas alması, onunla yazması beklenir. Ancak o, bu beklentinin aksine standart olanı, Türkiye Türkçesini esas alır; tüm bilimsel çalışmalarını ve edebiyat tarihlerini Türkiye Türkçesine bağlı kalarak yapar.
Bu gerçekten de dikkate değerdir. Öyle olduğu kadar üzerinde ayrıca düşünülmesi gerekli bir tavırdır. Kuşkusuz bu bir rastlantı değildir. Aksine o bunu, bir duruşun, anlayışın, zihniyetin ürünü olarak sergiliyor. Başka bir ifadeyle bu tavrıyla siyasal ve coğrafi bakımdan Türkiye’den uzakta olsa da ideal ve düşünce olarak gönlü ve beyniyle Türkiye’de yaşayan milliyetçi bir aydın ve edebiyat tarihçisi olduğunu açıkça gösteriyor. Türkiye Türkçesi merkezli bu dil kullanımının kendine özgü birtakım özelliklerinin olduğu hemen belirtilmelidir. Bunlardan ilki, öz Türkçeye kaçmayan safi Türkçe anlayışı veya tercihidir. Terzibaşı’nın edebiyat tarihlerine bakılacak olursa bu husus, hemen kendini belli eder.
O, Arapça ve Farsça gibi köken olarak ‘ecnebi’ olan kelimeleri sırf ‘ecnebi’ oldukları için metinlerinde kullanmamazlık etmez; onları metinlerinden ihraç etmek gibi bir saplantı içine girmez. Ancak bunlardan özellikle köken olarak Türkçeleri var ve bunlar da kabul gören kelimelerse kesinlikle bize ait olan Türkçelerini tercih eder. Dolayısıyla onda belirgin bir Türkçe hassasiyeti olduğu söylenebilir. Onun edebiyat tarihçiliğinde dili kullanma bakımından beliren ikinci özellik ise Türkçenin de yapısına uygun olan genelde anlaşılır ve kısa cümleleri tercih etmesidir. Onun cümleleri, mana çıkarmak için okuru yormaz. Anlaşılmak ön planda olduğu ve öncelendiği için son derece yalın ve net cümleler tercih edilir.
Atâ Terzibaşı’nın doksan iki yıllık ömrüne sığdırdığı bu büyük Türkmen külliyatının kuşkusuz izah edilebilir bir misyonu ve dayanağı olmalı. Eğer hayatı motive ve mobilize eden kişisel tatmini bir tarafa koyarak söylersek bu meşakkatli ve yorucu gayretin esas izahı kuşkusuz millî toprağın üzerinde yetişen tüm ürünleri hasat etme çabası ve uğraşısıdır. Atâ Terzibaşı’nın başta edebiyat tarihi olmak üzere diğer tüm çalışmalarının temel çıkış noktalarından ve belki de en önemlilerinden birinin bu olduğunu düşünüyoruz.
O, ömrünü hasrettiği bu alanda adeta millî toprağın yetiştirdiği değerli-değersiz tüm ürünleri hasat etmek amacıyla yola çıkmış gibidir. Onun edebiyat tarihi ve diğer çalışmalarında edebî açıdan çok değerli şahsiyetlerin yanı sıra çok sıradan, hatta alelade kişilere de yer vermesi, bunun somut birer delili olarak da görülebilir. Başka bir ifadeyle Terzibaşı, objektif, soğukkanlı, son derece titiz ve dikkatli bir edebiyat araştırmacısı ve incelemecisi olmakla sadece mümbit Kerkük topraklarında yetişen kalburüstü düşünce, şair ve yazarları tespit etmekle kalmaz. O, söz konusu hasletlerinden hiçbir zaman ödün vermeden, ama öte tarafta Kerkük Türkleri içinden çıkan Türk şair ve yazarları, değerli ve değersiz diye ayırt etmeden hepsini zapt eder. Bu, kuşkusuz kendisini var eden, besleyen, büyüten topraklara karşı olan sorumluluğun, millî bir hassasiyet ve görevin sonucudur. 31 Mart 2016 tarihinde Hakk’a yürüyen bu büyük bilgeyi başta Türkmenler olmak üzere bütün Türkler her zaman minnet, şükran ve rahmet duygularıyla anacaklardır. Ruhu şad, mekânı cennet olsun…