Aydın Kerkük – Nene Baba Komşuluğu

28

Aydın Kerkük

Terzibaşı’nın Baba Evi ile Bizim Baba Evi Arasındaki

(Nene Baba Komşuluğu)

 Eskiden Kerkük’te komşuluk anlamı çok mübarek mefhum olarak komşular arasında örf, adet, vefakârlık ve gayret bağlarıyla kenetlenmiş, kanunlaşan bir durum sergileyerek yaşam boyu devam ederdi. Hatta bunu aşarak, akrabalıktan daha ziyade insanları birbirine bağlayıp, nene baba komşusu diye birbirleriyle iftihar ederlerdi. Buna ilaveten komşular birbirinden ayrıldıklarında, yani birisi o mahalleden taşındığında bile o komşuluk akrabalığı devam ederdi. Aslında rahmetli babam (Seyit Cabbar) ile üstadın babası (Molla Ömer Efendi) arasındaki bu komşuluk bağları, Kerkük’ün Piryadi mahallesinde başlamış olup, günümüze kadar gelmiştir. Buna misal olarak; Terzibaşı, vefatına dek bize bir akraba gözüyle bakardı. Rahmetli bizi her zaman dile getirdiğinde, Seyit Cabbar uşağları(çocukları) diye hitap ederdi. Çünkü babamla bambaşka dostluğu, arkadaşlığı vardı. O arkadaşlığın en önemli hususiyetlerinden birisi de aralarında geçen güzel sohbetler ve hikmetli konuşmalar idi.

Rahmetli babam, seferberlik anılarını ve Türk askerinin kahramanlıklarını bütün teferruatıyla anlatmıştı. Üstad, her zaman yanında bulunduğumda ziyaretine gelen arkadaşlara, babama ait o hatıralardan birisini mutlaka anlatırdı. Bendeniz daha küçük yaştan edebiyatla ilgilendiğim için rahmetli beni çok severdi ve benimle fazla ilgilenirdi. Bendeniz o ilgilenmenin barı olarak, bana bir armağan sundu ki benim için en büyük şeref idi. O da yaşının 90’a girmesi dolayısıyla Kerkük’te düzenlenen törenden döndüğümüzde (tabii kendisi bu törende hazır bulunmadı. Çünkü o hiçbir zaman şöhret peşinde koşmadı) evinde bize hitap ederek şöyle dedi: ‘‘Denizler mürekkep olsa, kamışlar kalem olsa sizin yorguluğunuzu yazarsam bitiremem. Ben sizden gayet müteşekkirim’’ dedi ve sonra bana dönüp şunları söyledi:

‘‘Aydıncığım, bilisen men Mevlüt’ü çok severdim. Onun ölümüne çok acıdım ama bir de kendime teselli verip seni Mevlüt’ün yerine koydum.’’ Bendeniz o kadar gururlandım ki hemen yerimden kalkıp kendisine sarılarak ellerini öpmeye başladım ve ‘‘ne mutlu bana hocam, vallahi beni şereflendirdirdiniz’’ dedim. Hazır bulunduğu bu kalabalık bir kesimin içinde üstadın bu sözü söylemesi bana gurur verdi. Çünkü üstadın beni Mevlüt Kayacı’nın varisi olarak o ender adamın yerine koyması, yakama bir yiğitlik, bir kahramanlık madalyasını asmak gibiydi. Bendeniz o madalyaya nail olduğum için bu ağır yükü taşıyabildim ise ne mutlu bana. Fikir adamı ve Türkmen edebiyatının parlak simalarından Mevlüt Taha Kayacı’nın vefatı, Terzibaşı hocamızın gönlünde derin üzüntü ve izler bırakarak, onu ölünceye dek unutmadı ve erken ölümüne çok teessüf ederdi.

Türkmen edebiyatı ve kültürünün büyük simalarından sayılan Kayacı, yine de kendisini Terzibaşı’nın öğrencisi olarak sayardı ve ona vasf olunmaz bir derecede saygı gösterirdi. Hatta çok defalar Allah benim ömrümden alsın, onun ömrüne koysun ve hatta bununla da yetinmeyerek bazı insanlara Terzibaşı huzurunda oturmanın, konuşmanın yollarını bile anlatırdı ve altının kadrini altıncı bilir vecizesini herkesin şiar edinmesini isterdi. Mevlüt Kayacı, iki dilde usta kalem sahibi olması yanında, o kendi milletinin her bakımdan örf adetlerini ve kültürünü bütün inceliğiyle bilen bilgin idi. Onun için üstad Terzibaşı bazı bilgilerin tekidi için onunla tartışırdı. Terzibaşı Ata Allah’ın Türkmen milletine a’tasıdır (vergisidir) diyenler ne güzel söylemişlerdir. Çünkü o hayatını Türkmen milletine hizmet için kurmuş ve bu millete büyük bir kültür hazinesi kazandırmıştır.

Terzibaşı, daha gençken hayatını böyle sağlam bir düzen üzerine kurmuştur ki insanı hem düşündürür hem de hayran bırakırdı. Nitekim o daha fakültedeyken bilginlik dönemine girmeye hazır olmanın ilk adımını atarak hukuk alanındaki başarısı ve yazdığı yazıları o zamanda başlayan bir dönemin müjdecisi olmuştur. Ata Terzibaşı, başlangıçta ilk önce şahsi kütüphanesini kurar, ondan sonra cami ve tekyelerde bulunan el yazması eserleri takip eder, sonra evlerde bulunan ve işine yarayan bir Kerküklü şairin şiir defterlerini gözden geçirir ve kendine el veren ilk hem de orijinal nümunelerden yaralanmaya çalışır. Bu uğurda kendisiyle yardımlaşan bu vefalı millet, bazı ailelerin baba veya dedelerinden kalma edebiyatımıza, tarihimize, müziğimize dair her türlü eseri ve bilgiyi takdim etmekten geri kalmamışlardır.

Buna ilaveten kendisi de kendi kazancından yüksek miktarda paralar harcayarak milletimizin kültürüne ve kendi işine yarayan kitapları satın almıştır. Terzbaşı, ilmin icabına göre uhdesinde bulunan bütün yazma eserleri Irak Yazma Eserler Dairesi’nde tescil etmiştir. Hatta üzerinden 300 yıl geçen yazma eserlerin Mısır’da tescilini yapmıştır. Bugün Türkmen edebiyatının altın çağına ulaşması, Terzibaşı’nın yolculuğuna çıktığı bir çağ kadar bir ömrün barıdır. Biz bu yazımızda Terzibaşı’nın şahsi hayatından çok az bir bölümüne değinmekteyiz. Halbuki onun hayatı o kadar zengiliklerle doludur ki, belki de kitaplara bile sığmaz. Burada yazıma son vermeden önce yine de üstadın hayatıyla ilgili çok önemli bir konuya değinmeden geçmeyeceğim.

Terzibaşı, dünyaya gözlerini açtığı evi ve aile fertlerini size vasf etmemde belki de çok zorluk çekebilirim. Çünkü o ev, Terzibaşı için mucizevi bir yaşam tarzı ve muhiti yaratmasaydı, bugün belki de bu adam bu mertebeye ulaşmazdı. Neden? Çünkü dünyada eşine az rastlanan bir aile ferdi varsa o da Terzibaşı’nın vefakâr ailesidir. Bir aile ki 50 yıldan fazla büyük bir sabırla Terzibaşı’ya ve her gün evinde ziyaretine gelen insanlara misafirperverliklerini göstermişlerdir. Buna misal olarak Terzibaşı ilk avukatlık mesleğine başladığı yıllarda Kerkük’ün en tanınmış mevkilerinden sayılan Mecidiye bahçesinin yanında bürosunu açarak, müracilerini karşılamaya başladı.

Rahmetli, bir taraftan dürüst bir avukat olduğu ve bütün millet arasında büyük bir edip olarak tanıldığı için işhanesinde her gün onlarca insan kendisini ziyaret eder, çayını içer ve giderdi. Zaman geçtikçe bu büro Kerkük’te edebi bir salona dönüştü. Yani orası her gün şairler, yazarlar, sanatkârlar ve başka kesimlerden olan insanların buluştuğu bir yer olarak tanınmaya başlandı. 1970’lerde Mecidiye bahçesinin yanından geçen caddenin genişletilmesi için Kerkük Belediyesi’nin aldığı bir kararla o etrafta bulunan binaların yıkılmasına emir verildi. Öylece Terzibaşı’nın işyeri de bu yıkıma tabi tutuldu.

Bu yıkım belki de bir taraftan Terzibaşı için hayırlı oldu. Çünkü o zaman o salon rejim tarafından sıkı takip altındaydı. Üstat artık sevenlerini ve hatta bazen mahkemelerde davasını üstlendiği müşterilerini de evde karşılamaya başladı. Üstat hayatı boyunca evlenmemesine rağmen, kardeş ve bacılardan oluşan bir aile kurarak büyük bir kiflete babalığı yanında, tüm Terzibaşı ailesine reislik etmekteydi. Bunun yanında, aile fertleri bir gün olsun üstadı yalnız bırakmadılar ve devamlı önünde el pençe divan durdular. Hele yeğeni Sayın Turhan Terzibaşı ise, yıllardır engelli olarak evde kalan üstada yaptığı hizmetleri takdire şayandır. Rahmetli Ata Terzibaşı hakkında yazdığım bu kısa mülahazat üstat hakkında yazılacak bir kitabın bir sayfası değildir. Hâlbuki üstat hakkında kitaplar dolusu yazılsa da kâfi gelmez.