Önder Saatçi
Ata Terzibaşı: Irak’ta Türk Dilinin Yılmaz Bekçisi
Türkler, fırtınalı bir tarihin cereyan ettiği Irak coğrafyasında, dilleriyle ve ortaya koydukları kültür birikimiyle bin yıla yakın bir zamandan beri var olagelmişlerdir. Bu birikim dilimizin ve halk edebiyatımızın bütün dallarını besleyecek kadar zengindir. Irak Türklerinin bu zengin kaynaklardan bugün dahi beslendikleri bir hakikattir. Fakat, milletler kendilerini var eden dil ve edebiyat kaynaklarını zamanın akışına bırakamazlar. O dilin ninnileriyle büyümüş, türküleriyle boy atmış, şiirleriyle coşmuş, atasözleriyle şahsiyetini bulmuş, hassas yürekli, açık fikirli, irfan sahibi, araştırmayı, öğrenmeyi hayatının gayesi bilen ve en önemlisi, eli kalem tutan erlere ihtiyaç duyarlar. İşte, Irak Türkleri arasında bu ulvi gayeye hizmet eden en önde gelen isim Ata Terzibaşı’dır.
Terzibaşı doksana yaklaşan uzun ömrü boyunca bitmez tükenmez bir enerjiyle çalışmış, bütün mesaisini milletine adamış bir irfan işçisi. O, kendisiyle yapılan bir röportajında, “Bana göre en iyi yazar milletine hizmet edendir.” (EHA 1965: 14-15) diyerek eserlerinin ardında yatan itici gücün ne olduğunu bildiriyor. Bu yüzden, Terzibaşı dünden bugüne Irak Türklüğünün merkezi olan Kerkük’te yaşadığı her anı değerlendirerek, bir saniyesini bile zayi etmeden Türk dünyasının bu köşesinde filizlenen dil, edebiyat ve folklorumuzun çeşitli dallarına ait malzemesini toplamış; işlemiş, üzerinde derin, nitelikli, doyurucu incelemelerde bulunmuş ve bunları ilgililerin istifadesine sunmuştur. Onun eserleri yalnız Irak’ta okunmamış, Tahran, Bakü ve Türkiye’de de Irak Türklüğünü araştıranlara birer kılavuz olmuştur (S. Saatçi 1997: 444). Bugüne kadar, çeşitli süreli yayınlarda 300’den fazla Arapça ve Türkçe makaleye imza atan Terzibaşı, milletine, çoğu birkaç cilt tutan 27 kitap armağan etmiştir (Nakip 2007: 347, 351; Kerkük 2004b: 24-28). “Armağan” kelimesini bu cümlede mecaz anlamıyla kullanmış değiliz. Çünkü Ata Terzibaşı bugüne kadar yayımladığı kitaplardan bir kuruş bile kazanmamıştır. Bu tutumu onun içindeki hizmet aşkının ve mensubu bulunduğu Türk milletine karşı duyduğu derin sevginin en güçlü delilidir.
Ata Terzibaşı’nın Kerkükle ilgili eserlerinin büyük bir kısmı edebî türler, edebiyat tarihi, basın tarihi ve folklor araştırmalarına yöneliktir (Nakip 2007: 351). Bundan dolayı, bugüne kadar Terzibaşı, daha çok edebiyat ve folklor araştırmacısı kimliğiyle öne çıkmış, onun dil üzerine yazdıkları ve ortaya koydukları diğer ürünleri kadar dikkat çekmemiştir. Biz bu yazımızda Ata Terzibaşı’nın Türk diline olan hizmetlerine ışık tutmaya, böylece onun, nisbeten karanlıkta kalmış bir yönünü, elimizden geldiğince aydınlatmaya çalışacağız. Terzibaşı’nın Türk diliyle ilgili çalışmalarını birkaç alt başlık altında toplamayı uygun bulduk. Yazımızda Terzibaşı’nın dil ve imlâ anlayışı, derlemeciliği ve Türk Dil Kurumuyla ilişkileri, gazeteciliği ve eğitimde Türkçenin kullanılması meselelerindeki görüş ve yaklaşımlarını gözler önüne serecek, bu hususlara ışık tutmak yoluyla yeni nesillerin onun irfan denizinden feyzalmasının yolunu açmaya gayret edeceğiz.
Ata Terzibaşı’nın Türk Diline Bakışı:
Musul vilâyetinin Osmanlı’dan koparılmasının ardından Irak Türkleri en çok ana dillerini kullanma ve yaşatma hususunda sıkıntı çekmişlerdir. Irak’ın 1925’teki krallık anayasasında Türklerin nüfusça fazla oldukları yerlerde, devlet okullarında ana dilleriyle eğitim alabileceklerine dair maddeler bulunmaktaydı (E. Hürmüzlü 2003: 20). Fakat Irak Türklerinin bu ve daha başka hakları zamanla görmezden gelinmiş, erimiş ve nihayet yok edilmiştir (Ö. Saatçi 2011: 16-18). Hatta, Irak Türklerinin Türkiye’yle bağını kuran yegâne vesile olan dilin adı bile, 1958’deki anayasa tadilâtında, Irak makamlarınca “Türkmence”ye dönüştürülerek Irak Türklüğünün soy, dolayısıyla dil bakımından daha çok Orta Asya’yla bağlantılı olduğu izlenimi verilmek istenmiş, yeni nesillerde bu duygunun yer etmesine çalışılmıştır. Buna mukabil Irak Türkleri, bütün yazılı verimlerini, zor şartlar altında da olsa geçmişte olduğu gibi Türkçeyle, hem de Türkiye Türkçesiyle ortaya koymuşlardır.
İşte, bütün bu badirelerin ve hengâmelerin içinde yoğrulan Irak Türklerinin bağrından doğan Ata Terzibaşı, Arapçaya olan derin vukufiyetine rağmen gerek basın yayındaki Türkçe yazılarında gerek eserlerinde, ısrarla Türkiye Türkçesini kullanmıştır. Bununla da yetinmeyen Terzibaşı dil üzerine birkaç yazı da kaleme alarak bu husustaki kararlığını ortaya koymuştur. Onun “Yazı Dili Konuşma Dili” başlığını taşıyan makalesi dile bakışını aksettiren en önemli belgedir. Bu yazıda Terzibaşı Türkçenin konuşma diliyle yazı dili arasındaki farkların diğer dillerdeki gibi derin olmadığını, bu durumun Türkler için bir kazanç olduğunu, Irak Türklerinin yazı dilinin de İstanbul ağzına dayanan Türkiye Türkçesi olduğunu ifade eder. Yazısında Arapçayla bazı mukayeselere de yer veren yazar, Kur’ân-ı Kerîm’in, Arapçanın bugünlere gelmesinde önemli bir rol oynadığını, Türk yazı dilinin de temellerinin, nesirde Dede Korkut Kitabı, şiirdeyse Yunus Emre Divanı olacağını vurgular. Ağızlarınsa ancak halk edebiyatı örneklerinin yazıya geçirilmesinde kullanılabileceğini; böylece dilin çeşitli coğrafyalardaki tarihî gelişim sürecinin de aydınlanacağını yazar (Terzibaşı 1962b: 27). Terzibaşı bu düşünceleriyle Irak Türklüğünü, kültür kökleri bakımından doğrudan doğruya, ait olduğu yere, Türkiye’ye bağlamış olur. Zaten, Türkiye Türkçesi uzun asırlardan beri Irak Türklerinin yazı dilidir. Irak Türklüğünün bekası da bu geleneğe sımsıkı sarılmaktan geçer.
Terzibaşı’nın dilciliğindeki bir başka cephe de dilde özleşmeyi ve yenileşmeyi esas almasıdır. O gerek eserlerinde gerek süreli yayınlardaki yazılarında her zaman sade bir dil kullanma yolunu seçmiş ve bunu şuurlu bir şekilde devam ettirmiştir. Terzibaşı, bu husustaki düşüncelerini sağlam bir zemine oturtur. Dilde özleşme meselesini işlediği “Irak Türkleri ve Dil Özleştirmesi” makalesi bu meselenin enine boyuna ele alındığı ve orijinal sayılabilecek bazı fikirler taşıyan, çok aydınlatıcı bir yazıdır.
Ata Terzibaşı Irak Türklerinin yazı dilinin özleştirilmesinde 1950 yılını milât kabul eder. Ona göre, bu tarihten önceki yazarlar ve şairler arasında, eserlerinde şuurlu bir şekilde öz Türkçe kullananlar olmadığı gibi bu tarihten sonra da Irak Türkleri arasında eski dille yazı yazanlara pek rastlanmaz (Terzibaşı 1968b: 49).
Terzibaşı dilde özleşmeyi bazı esaslara da bağlamaktadır. Ona göre, dilde özleştirme tedrici (adım adım) olmalıdır. Bu tutumuyla yazar, hem Türkiye’deki “devrimci” dil politikalarını yakından takip ettiğini hem de meseleyi ilmî zeminde tutmaya gayret ettiğini gösterir. O, dilin özleştirilmesinde daha başka birtakım prensiplerin de altını çizer. Terzibaşı’ya göre, dil özleştirmeleri Türk dünyasının mensupları arasında anlaşma oranını düşürmemeli aksine, yükseltmelidir. Bu yüzden farklı ülkelerdeki dil özleştirmesi çabalarının da yazarlar tarafından dikkatle takip edilmesi gereğini hatırlatır. Bir başka deyişle, Terzibaşı özleştirmede tekelciliğe karşıdır. Taassuba varan “Ben yaptım, oldu.” diye nitelendirilecek tutumların, Türk milletinin mensupları arasında derin uçurumlar meydana getireceğini bu alandaki yazılarıyla ihtar eder. Nihayet Terzibaşı, Halkımızı âdeta yeni bir dil öğrenme çabasına zorlamayalım, diyerek dil özleştirmesinin, şirazesinden çıkmaması gereğini kesin bir dille ortaya koyar (Terzibaşı 1968b: 47-49).
Ata Terzibaşı, dilde özleştirmenin, Türkiye’deki gibi kelime türetme, eski eserlerdeki Türkçe kelimeleri kullanma, birleşik kelimeler yapma, konuşma dilindeki kelimelerin yazı diline aktarılması, yaşayan kelimelere yeni anlamlar yükleme gibi yollarla gerçekleşeceğini hatırlatırken (Terzibaşı 1968b: 48), dil özleştirmesinde mahallî tecrübelerin de dikkate alınmasından yanadır (Terzibaşı 1966b: 46). Meselâ, Irak Türkleri Türk Dil Kurumunca uydurulan kelimelerden, ancak kendi dil zevklerine uygun olanlarını almakta; buna karşılık, kendileri de hayatın akışına uyarak birtakım kavramları yeni kelimelerle karşılama yoluna gitmektedirler. Bu hususta yazarın verdiği örnekler şunlardır: açar(tornavida), demirat (bisiklet), emceklik (sütyen), günsayan(takvim), kulaklık (stetoskop), resimalan(fotoğraf makinesi), saçma(av tüfeği), yerdögen(asvalt silindiri) (Terzibaşı 1968b: 48). Bu örnekler yeni kelime yapımında Türk dilinin mantığından uzaklaşmadan hareket edildiğinin, ölü kelimelerle değil canlı köklerle işe girişildiğinin göstergeleridir. Bundan başka Terzibaşı, dil özleştirmesinde her zaman eski kelimeler yerine yenilerinin konamayacağını da vurgular. Bunun için bazen, yazıda eski kelime kullanmayı tercih etmeyen yazarların, anlatmak istediklerini, okuyucunun rahatça anlayabileceği bir başka cümleyle anlatma gayreti içine girdiklerini anlatır ve bu yolun da yabana atılamamasını tavsiye eder. Terzibaşı, bu yolla hem yabancı kelimeden sakınılacağını hem de konuşma diliyle yazı dilinin birbirine yaklaşacağını belirtir (Terzibaşı 1968b: 47-48).
Ata Terzibaşı dil özleştirmesini, dilin önünü açma ve gelişmesini engelleyen gereksiz yabancı unsurlardan dili kurtarma biçiminde algılamıştır. O, bu yolla, yazı diliyle konuşma dili arasındaki farkın gittikçe azalacağını hedeflemiş; çabalarını bu yönde yoğunlaştırmıştır. Bu tavrıyla Terzibaşı, dil devrimiyle Yeni Lisan hareketi arasında bir yerde durduğu izlenimini vermektedir. Terzibaşı, özleştirmede konuşma diliyle yazı dili arasındaki farkı daraltmayı esas alarak daha çok Yeni Lisancılara yaklaşırken, kelime türetme meselesinde onlardan bir adım öndedir. Zira, Yeni Lisan hareketi dilde yeni kelime türetmeyi hedeflememiştir. Oysa Terzibaşı, dilde yeni kelimelerin türetilmesine sıcak baktığından, Türk Dil Kurumu dilciliğine yaklaşır; ama özleştirmede tedriciliği tavsiye etmesi, mahallî tecrübeleri dikkate alması ve halkın “yeni bir dil” öğrenmeye zorlamasından kaçınılması prensipleriyle Türk Dil Kurumu dilciliğinden ayrılır.
Ata Terzibaşı’nın dilde özleştirme çabalarının, bazı Türk Dil Kurumu dilcileri tarafından iyi anlaşılmadığı da söylenebilir. Meselâ, Hikmet Dizdaroğlu, onun Kerkük Şairleri kitabını tanıttığı yazısında Ata Terzibaşı, eserini açık ve duru bir Türkçeyle yazmıştır. Öz Türkçenin karşısına çıkıp da Osmanlıcayı savunanların, dilde özleşmenin dış Türklerle bağımızı kestiğini öne sürenlerin, Ata Terzibaşı’yı okumalarını salık veririz. Dil bilinci olanların, ana diline saygı gösterenlerin, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, katıksız bir Türkçe ile yazmakta güçlük çekmediklerini, üstelik dilde özleşme akımının ne denli yerinde ve yararlı bir akım olduğunun kanıtlarını bulacaklardır orada, diyerek Ata Terzibaşı’yı, dilin, kayıtsız şartsız özleştirilmesini savunan bir yazar olarak tanıtmaktadır. Dizdaroğlu daha da ileri giderek, bu cümleleriyle Terzibaşı’nın kullandığı sade dili dil devrimi lehinde bir propagandaya dönüştürmektedir. Oysa Terzibaşı gerek “Dil Sürçmeleri”nde gerek “Irak Türkleri ve Dil Özleştirmesi”nde, özleştirmede tutulacak yolu tartışmaya meydan vermeyecek bir dille ortaya koymuştur. Meselâ, “Dil Sürçmeleri”nde TDK’nin ürettiği onur, genel, evrensel gibi kelimelerin Türkçeden ziyade Batı dillerini çağrıştırdığını açıkça ifade eder (Terzibaşı 1966c: 47, Terzibaşı 1966d: 50). Bundan başka, Türk Dil Kurumu dilcilerini özleştirme konusunda şu sözleriyle de uyarmış olur: Varsın… dilimiz yüzyıllar içinde özleşsin de beş on yıl içerisinde kötüye kullanılmasın… Dil İnkılâbı öbür inkılâplara benzememelidir. Bunu itidalle gerçekleştirmeliyiz. Yoksa zararı yararından daha çok olur (Terzibaşı 1968b: 47). Yazının devamı için tıklayınız:
https://turkoloji.cu.edu.tr/pdf/onder_saatci_irak_turk_dili.pdf